Antakya. Yüreğimize konan güvercin.

Yukarıda ki kolyeyi sosyal medya hesaplarında gördüm…

Herkes ama herkes altına bir şeyler yazıp durmuş…

Herkes kendine göre yorumlamış…

Ama hemen hemen hepsinin ortak buluştuğu nokta ise, “Hayret ve şaşkınlık”

Hilal, Haç, Davut Yıldızı ve ağzında zeytin dalı taşıyan güvercin resimlerinin bir Antakya Taşı üzerine işlenmiş olmasını şaşkınlıkla karşılamışlar.

Antakyalılar için ise bu konuda söylenecek tek söz:

“Ne var ki bunda”

Biliyor musunuz? Biz bunu hiç konuşmadık. Bunları konuşmadan büyüdük.

Evet, “Yani ne var ki bunda” Bu çok ama çok normal bir şey bizim için…

Zaten Antakyalı olmak böyle bir şey ki…

Zeytin ve Güvercin zaten bizim vazgeçilmezimiz.

Bunu söylememe bile gerek yok…

Dünya’da ilk zeytin ağacının yetiştiği yerdir benim şehrim Antakya… Tarihte Kuseyri diye bilirsiniz siz buraları…

Güvercin ise her zaman barışımızdır, güzelliğimizdir, yüreğimizde kanat çırpan sevgimizdir.

Hilal, Haç, Davut Yıldızı hayatımızın bir parçası ki…

Öyle büyüdük ki biz…

Boşuna demiyoruz biz “Çan ezan ve hazzan sesleriyle büyüdük” diye…

Siz yıllarca bizim bu söylediklerimizin bir masal olduğunu mu sandınız.

Ya da bunun bizim ütopik bir dileğimiz olduğunu mu düşündünüz.

Yok yok öyle değil…

Biz gerçekten de, Hilal, Haç ve Davut Yıldızı olan kolyeler takarak büyüdük ki…

Daha da fazlası var…

O kadar çok inanç ile etrafımız çevrili büyüdük ki… Bu nedenledir hiç ama hiç bir güç bizi bölemedi…

O nedenledir ki Antakya sokaklarında duvarlarda en çok, “Hepimiz kardeşiz” yazar…

Musa ile Hızır’ın kolkola girdiği ağacın altında hepimiz elele tutuşup körebe oynadık ki.

Biz sınıf arkadaşımızın adının Lili olduğunu hiç sorgulamadık ki.

Ya da Haron olmasını, Muhammed olmasını, Karin olmasını, Fatma olmasını, Ali olmasını, Zeynep olmasını, İsa olmasını, Yahya olmasını…

Gerçekten hiç sorgulamadık.

Kimin, Cami’ye, Kilise’ye, Havra’ya, Cemevi’ne gidip gitmediğini, hiç bir zaman merak etmedik ki.

Gerçekten etmedik.

Bu nedenle “Ne var ki bunda”

Şahidim, bilirim. 12 Eylül Faşizmi insanları evlerinden toplarken, sağcısı, solcusu birbirinin evinde saklanmıştır.

Kimse kimseyi ihbar etmemiştir.

Bir gün evvel , “Faşist, kominist, Alevi, Sunni” diye ayrı ayrı kapılardan okullarına girenler bir gün sonra Antakyalı olarak birbirlerine destek olmuşlardır.

Antakya halkı hiç bir zaman bir iç karışıklığa sürüklenmemiştir.

Bu nedenledir ki İslam inancını herkesten çok çok daha iyi yaşayan, şimdi meleklerin yoldaşı olan, siyasi görüşümüz her zaman farklı bile olsa hayattaki en iyi arkadaşlarımdan birisi olan Tevfik Doğan’ın kızı, kızım Nevin Gaye Doğan, Antakya Depremi’ni gözyaşları ve hıçkırıklarla anlatan Yahudi Toplumu’nun önde gelen isimlerinden Azur Cenudioğlu’nun acısına, “Azur Amcam” diyerek ortak oluyor. Çünkü, Azur, Hasan, Hüseyin, Mehmet, Hasan, Yahya, Josef ne fark eder ki, “İnsan” ve “Amca”

Hepsi bu…

Hepsi bu…

İşte bu nedenledir ki o ağzında zeytin dalı taşıyan güvercin bir gün hepimizi yine Antakya’ya götürecek…

Ve biz hepimiz bir Zeytin Ağacı’nın altında öleceğiz…

Hepimizin boynunda haçlı, hilalli, yıldızlı kolye olacak.

Bizi, ayrıştırmaya, kutuplaştırmaya çalışanlara inat.

Aynı saflarda duracağız.

Ve biz bildiğimiz dil de “Amin” diyeceğiz.

İnandığımız din de dualar edeceğiz…

İşte o güvercin, ağzında zeytin dalı olan o güvercin “İnsan” olanın yüreğine konacak…

VE ELİ ÖPÜLECEK İNSANLARA MİNNETLE:

Bunu söylemem lazım. En başta iki oğlum olmak üzere, depremin ilk gününden bu yana, bir çocuğun ayağına çorap giydiren, bir insana umut olan, bir lokma ekmek taşıyan, bir tas çorba kaynatan, sokak hayvanlarını doyurmak için çabalayan, acılara ortak olan, en küçüğünden en büyüğüne tanıdığım ve tanımadığım belki hayatta adını dahi duymayacağım, yardım için çırpınan ve çırpınmaya devam eden güzel insanların ellerinden minnetle öperim.