EKMEK HERKESE YETECEKTİ!..

“Ekmek herkese yetecekti aslında.Tarlaya karga dadandı, ambara fare

fırına hırsız, memlekete harami…”

Neyzen Tevfik’e ait olduğu iddia edilen bu dizelerde ifade edilmeye çalışıldığı gibi, adil paylaşabilseydik eğer, tarlaya karga, ambara fare, fırına hırsız dadanmasaydı ve yurdun dört bir yanını saran haramiler çökmeselerdi malımıza, mülkümüze; ekmek katıksız da olsa yetecekti herkese.

Ekmeğinden olmamak adına sarı sendikacıların ağına düşen termik santral çalışanları bir kez daha sermayenin çirkin tezgahına takıldı.

Yaklaşık kırk yıl öne Muğla’nın Yatağan ve Milas ilçelerinde kurulan üç adet termik santral dünyadaki en ilkel teknolojiyi kullanarak yöre halkına hayatı zindan etti.

En basit tedbirleri bile almayarak çevre halkına zehir solutan enerji patronları bir yandan da kömür çıkarabilmek için binlerce zeytin ağacını kesti, tarım ve orman arazilerini kullanamaz hale getirdi, köylüleri evlerinden, barklarından etti.

Önceleri bilinçsiz köylüleri iş vaadiyle kandırarak arazilerine el koyan patronlar, bir yandan da ucuz iş gücü olarak kullandığı köylülerin sınıf bilinci edinmemeleri için kendi besledikleri sendika ağaları vasıtasıyla onları kendi köylüleriyle karşı karşıya getirdi. Doğayı, ormanları, zeytinleri korumak için yıllardır amansız bir mücadele sürdüren Akbelen köylülerinin onurlu direnişine gölge düşürecek bir duruş sergilemeye başladılar.

Uzun yıllar süren hukuk mücadelesi sonucunda yalnızca bir işletmeyle ilgili mahkemenin aldığı maden arama ruhsat iptali davasından rahatsız olan ve yeni maden kaynakları arayan enerji baronları; çareyi kendi işçilerini sarı sendika aracılığıyla provakatif eylemlere sürmekte buldular.

Bilindiği üzere İkizköy halkı toprağı, suyu ve havayı zehirleyen Yeniköy, Kemerköy ve Yatağan termik santrallerinin kapatılması talebiyle Cumhurbaşkanlığına başvurmuş, yasal girişimlerde bulunmuştu.

Çünkü 1993 yılında Aydın Bölge İdare Mahkemesinde açılan davalarda mahkeme 3 termik santralin kapatılmasına karar vermişti. Ancak her zaman olduğu gibi bu konuda da patronların isteği doğrultusunda mahkeme kararları uygulanmadı.

Yıllardır süren bu mücadelede geçtiğimiz günlerde mahkeme örnek bir karar verdi.

Muğla Büyükşehir Belediyesinin açtığı dava sonucunda Yatağan’da bulunan termik santralin yeraltı maden arama ruhsatının iptal edilmesi üzerine sendika üyeleri ile Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Aras arasında tartışma yaşandı. Aras ve sendika üyelerinin yaptığı toplantıda işçiler kürsüye baretlerini fırlattı.

Teknolojik ömrünü tamamlamış, insana, çevreye, doğaya telafisi mümkün olmayan zararlar veren bu santrallerin kapatılması halinde işçilerin işsiz kalacağı söylemiyle provakatif biçimde işçilere belediye başkanı Ahmet Aras’ı hedef gösteren sendika ağaları patronların yanında yer alıyor.

Şimdiye kadar yöre halkını iliğine kadar sömürmüş, yeraltı ve yer üstü kaynaklarımıza çökmüş Limak, İçtaş patronlarından hesap soracaklarına bu haksızlıklara dur demek için kamu çıkarını gözeterek yasal mücadele veren Ahmet Aras’tan hesap sormaya kalkıyorlar. Benim sözüm sendika ağalarına değil elbet, onlar sınıf mücadelesinde yerlerini belirlemişler.

Asıl sorun; emeğiyle geçinen, yıllardır kömür tozu soluyan, büyük çoğunluğu sağlığını yitirmiş ve sınıf mücadelesinde emekten yana tavır alması gereken işçilerin bu oyuna alet olmaları.

Daha önce patronlar tarafından işten çıkarılan 500 kişinin hesabını da Ahmet Aras’tan sorma aymazlığına düşmüş olmaları.

Sermaye yine o bildik oyununu oynuyor.

İşçileri sarı sendikacılar eliyle bölmeye, işsiz kalma korkularını kullanarak onları sınıf mücadelesinden koparmaya çalışıyorlar.

İşçi kardeşim, açlığa, yokluğa ve hatta işsizliğe bir biçimde çözüm bulabiliriz ama kanserin çaresi yok. Sen olmasan da çocukların, torunların bu kan emicilerin sömürü düzeninde yok olup gidecekler. Senin yerin patronların ve onların haklarını savunan sarı sendikacıların yanı değil, gerçek anlamda sınıf mücadelesidir.

“Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil, beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep devamca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu Kahramanlığın
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek
ve var olduğumuzu vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin senin, canım kardeşim.

AYHAN ONGUN(Gazeteci-Yazar) 16.03.2025/BODRUM