Acaba gerçekten tükettiklerimiz düşündüğümüz şeyler mi?
Biz ne yiyoruz, yoksa zehir mi?
Et diye et mi alıyoruz, sucuk diye sucuk mu alıyoruz mesela? (gerçi bunları da fiyatlarından ötürü alamıyoruz ama!)
Ülkede insan sağlığını hiçe sayanlar her geçen gün artıyor.
Gıdaya sahteciliği karıştıranlar, toplum sağlığını riske atmayı sürdürüyor. Tarım ve Orman Bakanlığı taklit ve tağşiş yapılmış gıda ürünleri listesini her gün yeniden güncelliyor.
Peynirde süt kullanılması gerekirken kaynağı belli olmayan bitkisel sütler, Zeytinyağında Ayçiçek yağı karışımı ve hatta ne yağı olduğu belli olmayan ürünlerin karışımı, tereyağında patates püresi ve daha sayamayacağım kadar çok gıda hilesi…
Kafalarda birçok soru işareti var. Mesela Tarım ve Orman Bakanlığının tespit edemediği, henüz inceleyemediği piyasada bu şekilde ne kadar ürün var? Gıda güvenliğini sağlamak için nasıl bir yol haritası var kimse bilmiyor. Ülkemizde “yarım yağlı tereyağı” trajikomedisi bile yaşandı. Vatandaş kendisine yedirilen ürünlerin sağlıklı olup olmadığını ve temizliğini sorguluyor.
Sorguluyor sorgulamasına da muhatap bulamıyor, sorusuna yanıt alamıyor.
Uzmanlar hem kadınlarda hem de erkeklerde en çok görülen hastalıkların başında kanser olduğunu, bunun sebebinin çoğunlukla sağlıksız gıdalar olduğunu, bunun en önemli sebeplerinden birinin ise gıda endüstrisinde kullanılan ürünlerin olduğunu belirtiyor. Sağlıklı bir yaşam için hazır gıda yerine evde pişirilen tencere yemeği öneriyor uzmanlar.
Burada doğal olarak bir kez daha gıda güvenliğinin önemi ortaya çıkıyor.
Geçtiğimiz günlerde bir röportaj yaptım Adana Tarım Platformu Sözcüsü Cahit İncefikir ile.
30 yıllık basın meslek hayatım boyunca onca siyasetçi, kamu kurum temsilcisi, valiler, belediye başkanları, genel başkanlar, STK Başkanları, ekonomi kurmayları, sağlık uzmanları ve saymadığım birçok sektör temsilcisi ile yüzlerce röportaj yaptım ama hiç biri bu kadar zihnimi kurcalamadı.
Türkiye'den ihraç edilen tarım ürünleri zirai ilaç kalıntıları nedeniyle gittiği ülkelerden reddedildiğinde, ülkemize geri getiriliyor. İç piyasada Vatandaşlara yediriliyor. Bizim yediğimiz ürünler ne kadar temiz? Tarım Bakanlığı bu konuda ne kadar denetim yapıyor? Bakanlık gıda denetimini bakkalda, markette, lokantada yaparken, peki ya tarlada denetim var mı? Asıl denetimin tarlada yapılması gerekmez mi?
Konunun yasal, halk sağlığı, ekonomik, ülke imajı, vicdani, kamu sorumluluğu gibi birçok boyutu var. “İhracattan dönen zehirli gıdaları bize mi yediriyorlar” diye sormak geliyor insanın içinden tam da bu noktada Cahit İncefikir, dışardan geri gelen ürünlerin 3-5 bin ton ortalamasında olduğunu söyledi. Ülke içerisinde 60-70 milyon ton yaş sebze meyve üretildiğini ve asıl kontrolün yurt içi piyasasına sunulan ürünlerde yapılması gerektiğini belirtti.
Bu da demek oluyor ki; ihracattan dönenler iç piyasada tükettiklerimizin yanında devede kulak.
Markete ya da pazara gittiğinizde çocuğunuzun ya da sizin yediğiniz ürünleri denetleyecek bir sistem var mı?
Yok.
İşte asıl sorun burada.
Kontrol mekanizması yok.
Hallerdeki, marketlerdeki hatta tarladan direkt pazara gelen ürünlerdeki denetimsizlikler asıl sorun.
Ben çocuğuma, kendime, aileme herhangi bir marketten veya semt pazarından aldığım bir ürünün ne kadar zirai ilaç kalıntılı olup olmadığını bilmeden alıyorum. Bunu denetleyecek bir sistem yok.
İhracatta geri gelmiş ürünler haberlerde, orada, burada herkesin gözüne çarparken, gündemine girerken, iç piyasaya sunulan ortalama 70 milyon tonluk ürünü hiç kimse görmüyor.
Adana Tarım Platformu Sözcüsü Cahit İncefikir, “Bunu bir şekilde kontrol etmemiz gerekiyor. Asıl sorun iç piyasadaki denetleme” diyerek konunun ciddiyetine vurgu yapıyor ve ekliyor “Hallerde mutlaka denetleme laboratuvarları kurulmalı, pazara markete giden ürünler denetlenmeli”
Peki ben de size soruyorum yediklerimizin sağlıklı olup olmadığının denetlenmesi, sadece Adana Tarım Platformu Sözcüsü İncefikir’in sorunu mu?