Depremin yarattığı olağanüstü ve tarih boyunca unutulması mümkün olmayacak ağır kayıpların yanında kalanların çektiği sıkıntıları aşmak gayretlerini değerlendirirken yeni bir sıkıntı ile karşılaştık.
Depremden ortaya çıkanları ve geriye kalanları nasıl halledeceğiz, yaraları nasıl saracağız diye beklerken ve eksiklere karşı üzülürken bir de yeni bir afet ile karşılaştık.
Bu afet, maalesef göre göre gelen ve bir kaç gün öncesinden tahmin edilen bir afet:
Sel felaketi!
Çok üzücü! Umarım gördüğümüzden daha çok bir kayıp ortaya çıkmaz. Hayatını kaybeden vatandaş yakınlarına ve Türk Milletine başsağlığı dilerim.
2022'nin son ayında yapılan bir altgeçidin bu kadar kısa sürede bu hale gelmesi nasıl olur anlamak mümkün değildir.
Hemen şu söylenecek birileri tarafından: Afete nasıl engel olabiliriz? Çok doğru afete engel olabilmek elbette mümkün değildir. Tamam da, bu altgeçit yapılırken hiç bir mühendislik çalışması yapılmadı mı? Böyle yatırımlar yapılırken nasıl bir zemin etüd ve yer çalışmaları yapılmaktadır? Yoksa böyle çalışmalar yapılmadan mı yatırımlar yapılmakta, akıl almaz paralar harcanmaktadır?
Bu soruları sorduğumuzda ve sonuçları gördüğümüzde üzülmemek, şaşırmamak mümkün değil.
Gerek depremde yaşadıklarımız ve gerekse sel felaketinde yaşadıklarımız nasıl bir denetimsizlik, nasıl bir rastgelelik içinde varlığımızı sürdürdüğümüzü görmüş oluyoruz.
Tek söyleyebilecek söz; bu yaşadıklarımızdan ders almalıyız. Ama, görünen o ki, ilgili ve yetkililerin bu ders alma işine çok itibar ettikleri işaretini almıyoruz. Nereden anlıyoruz? Çünkü, maalesef her yapılan iş, her söylenen söz tamamen geçiştirme, günü kurtarma, gösteriş yapma, imaj güçlendirme üzerine olduğundan bunu anlıyoruz.
İnsan canı imaj güçlendirme, gösteri yapma ile değerlendirilecek bir konu değildir. Böyle bir konu, günlük particilik konusu ile değerlendirilecek konu değildir. İnsan canı koltuk, iktidar, particilik gibi konularla bir arada yürüyecek bir konu değildir.
Bir de şu durumla karşılaşıyoruz: Yaşanan insan canı ile ilgili konularda değerlendirme yaptığınızda, yaşanan gerçekleri dile getirdiğinde hemen birileri saldırıya geçiyor. Yani, bu konuları yazmayın, konuşmayın, susun diyorlar. Olmaz öyle şey, gerçeklerin gizlenememesi gibi bir özelliği vardır. Keşke, susulsa, yazılmasa, konuşulmasa ve bu durumlarda da işler doğru gitse... Öyle oluyor mu? Tabii ki olmuyor.
Gerçekler, yazılmalı ve söylenmelidir.
Her eleştiri birileri adına, bir grup adına, bir parti adına, bir kesim adına olmayabilir. Örneğin ben bu dediklerimden tamamen bağımsız olarak yazıyorum. Bu nedenle, eleştirilerimden mutlaka yararlanılmasını isterim. Çünkü, elimde tek bir ölçü var: Türk Milleti! Yani, Türk Milletinin rahatını, huzurunun yerinde olmasını, geleceğe güvenle bakmasını, sağlıklı yaşamasını isterim. Bundan başka hiç bir amacım olmadığı için eleştirilerimin dikkate alınmasını isterim.
Bu gerçeklere rağmen, insanımızın yaşadığı ağır şartları yazmamızı istemeyenler, konuşmamızı istemeyenler gerçeklerin ortaya konmasını istemeyenlerdir ki, bunun nedeni de herhalde iyi niyet değildir.
Gerçekler ortada durduğu müddetçe ne yapılırsa yapılsın gizlenemez.