Kalabalık, sevgi dolu bir ailede büyüdüm. Birlik, beraberlik içinde, mutlu-mesut geniş bir aile idi bizimkisi ve çok mutluyduk.

7 kardeşten en küçüğüydüm, doğal olarak en şımarık olanı.

Babam; kasap dükkânı olan küçük bir esnaftı. Mahalleli tarafından sevilen, saygı duyulan ve sözü geçen biriydi.

Annem; Ev hanımı, ama sözde ev hanımı! Bildiğiniz maaşsız, sigortasız hizmetçiydi.

Gönüllüydü üstelik!

Ev işlerini kendi yapar, kimseye el sürdürmezdi. Tabii o zamanlar çamaşır-bulaşık makinesi yok. Fırınmış, mutfak robotuymuş, elektrikli süpürgesiymiş ne gezer. İnsanüstü güçle koca evi Allah’ın her günü evirip-çevirirdi. 7 çocuk, sert ve ağır mesleği olan bir eş. Dağ gibi biriken ev işleri… Ah be annem, nasıl bir yürek varmış sende!

***

Kalabalık ailelerde her bireyin bir idolü olur. Kimi babasını, kimi annesini, kimisi de kendine en yakın hissettiği, dertlerini anlattığı, önce dinleyen sonra kıymetli nasihatlerde bulunan ağabeyini örnek alır.

Benim de elbet bir idolüm vardı. Ergenlik ve gençlik çağlarımın en önemli yapı taşlarından biri olan ağabeyimden bahsetmek istiyorum. Ailemizi şehir dışında temsil eden, başarılarıyla iyi kariyer yapan, davranışlarıyla yakın çevresinin ve temsil ettiği spor camiasının gururu olmuştu. Çünkü o bir sporcuydu.

Ata’mızın; “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim” sözünün Adana temsilcisiydi. Dönemin en başarılı hentbol oyuncusuydu. Öyle ki, A Milli Takıma kadar yükselen parlayan bir yıldızdı.

Yani hem okul, hem de spor hayatında oldukça başarılıydı. Sporcu olmasının ödülünü beden eğitimi öğretmeni olarak aldı.

Yılların tecrübesini, birikimini ve spor zekâsını gençlerimize aşılıyor.

Birçok insanın idolü haline gelen güzel bir insandır benim abim.

Lise yıllarımdan itibaren, yani en deli çağlarımda yapmış olduğum hataları kibar ve açıklayıcı nasihatler vererek anlatırdı. Yapılması veya olması gerekenleri tek, tek aklıma kazırdı. Laf aramızda koskoca ailede en çok korktuğum da bizzat kendisidir. Açık sözlülüğünü; ‘Benim kimseye gebeliğim olmadı, olmaz da. Kimsenin karşısında eğilip bükülmem!’ sözleriyle net bir şekilde söyler.

***

Hiç unutmam; lise 2. sınıftayım ve ilk dönem karnesini almışım. Karnede tam 6 zayıf! Kimseden çekinmediğim kadar çekindiğim abim, evde pat diye karşıma çıkar. Normalde yoğunluğundan evin yolunu unutan bu güzel insanının nedense o gün eve gelesi tutar.

‘Getir bakayım şu karneni’ der. Dudaklar bükülmüş, korkudan eller dizler titrer.

..Ve kaçınılmaz son; karne, korku dolu bakışlarla uzatılır.

Sağ elini kaldırır, gözlerim kapalı elbet. Tam sağlam bir tokat gelecek derken, ensemi okşar ve Kadir İnanır bakışlarıyla,

‘Kaldır kafanı’ der. Sonra da ‘Bu nasıl karne be oğlum? Derslerin yarısı zayıf!’

Kendimi nasıl savunurum? Bir şey diyemem elbet. Ağzımı açamadım. Suçluyum, haksızım. Türkçesi tembelim!

Bu kadar korkuya, strese, üzülmeme daha fazla dayanamayan abim birden, ‘Hadi gel seninle biraz dışarı çıkalım’ dedi. En hızlı çağında abimin benimle dışarıda vakit geçirmesi büyük bir lütuftu. (Devam Edecek..)