Çeşitli kaynaklardan öğrendiğim bilgilere göre Orta Çağ’da yaşanmış ilginç geleneklere kaldığımız yerden devam edelim.

 

Evlilik gelenekleri...

 

Özellikle üst sınıf ailelerde, kadınların söz hakkı neredeyse sıfır olduğundan, 12-13 yaşlarına geldiklerinde evlilik yaşına gelmiş sayılırlardı. Evlenecekleri kişiyi seçmek ise tamamen erkeklerin ve ailelerinin kararıydı.  Evlilikler çoğunlukla politik ve sosyal nedenlerle yapılıyordu, bu yüzden çiftlerin mahremiyetine pek önem verilmezdi. İşte bu dönemin belki de en ilginç ve sıra dışı uygulamalarından biri, yeni evlenen çiftlerin ilk geceki birleşmelerinin çiftin yakın çevresi tarafından izleniyor olması.

 

***

Evet, doğru duydunuz, bu özel anın başkaları tarafından gözlemlenmesi, evliliğin onaylanması için gerekli bir durumdu. Peki, bu uygulamanın nedeni neydi? O dönemin evlilik törenlerinin resmi bir çerçevede yapılmadığından, yani çiftlerin istedikleri zaman ve istedikleri yerde aniden evlenebildiklerinden, evliliğin resmi olarak kabul edilmesi zorlaşıyordu. Bu nedenle de çiftlerin gerçekten evli olduklarını kanıtlamaları gerekiyordu. Bu nedenle de insan gözlemcilerinin onayının alınması gerekiyordu.

 

Orta Çağ’ın en ilginç ve bir o kadar da tuhaf uygulamalarından biri de, evli çiftlerin mahkemesi. Bu dönemde anlaşmazlıkları çözmek için bazen şiddet yoluna başvuruluyordu.  Orta Çağ’da, çiftler arasında çıkan anlaşmazlıkları çözmek için yapılan bu mahkemede anlaşmazlıklar dövüşle çözülüyordu. Ama bu dövüşler öyle sıradan değildi, belli kuralları ve sınırlamaları vardı. Örneğin, bir adam ve kadının dövüşmeye başladığında, erkeğin tek eli arkasında bağlı, bir çukurun içine ayakta dururdu. Kadın ise, içi taş dolu bir torbayla erkeğin etrafında koşardı. O dönemde anlaşmazlık olduğunda tatlı bir sohbet veya ara buluculuk yerine, fiziksel bir dövüşle çözme yolu tercih edilirdi.

 

Bu kez de Orta Çağ'ın futboluna bir bakalım…

Bu dönemdeki futbol, sadece topla oynanan ve belli sayıdaki takımlardan oluşan bir futboldan değildi. Orta Çağ'da kaotik ve şiddet dolu bir futbol vardı. Bir kuralı yoktu ve genellikle köyler arasında oynanıyordu. Oynayanların sayısı sınırsızdı ve bu durum, oyunun kontrolsüz bir hale gelmesine neden oluyordu. Tekme atmak, yumruklaşmak ve hatta karşı takımın oyuncularına saldırmak normal görülüyordu. Kısaca maçtaki bir oyuncuya, adam öldürmek dışında her şey mubahtı. Bu vahşi futbolun getirdiği şiddet ve ölüm vakaları o kadar arttı ki, 1314 yılında Kral II. Edward, bu sporu yasaklamak zorunda kaldı.

 

Orta Çağ'ın en özgür insanları o dönemin soytarılarıydı

Soytarı olmak, sadece renkli ve garip şapkalardan ibaret değildi. Soytarıların bazı ilginç ayrıcalıkları ve önemli rolleri vardı. Genellikle eşek kulaklarına benzer şekilde tasarlanmış şapkalar takarak dikkat çeken soytarıların ağzından çıkan her söz “şaka” olarak algılanırdı. Bu yüzden, lordlar ve leydiler karşısında diledikleri şekilde konuşabilir, hatta onları şaka yoluyla eleştirebilirlerdi. Soytarılara, diğer insanlar için kati suretle yasak olan şeyleri yapma özgürlüğü verilmişti. Siyasi görüşlerini dile getirebiliyorlardı.

 

***

Gelelim ölüm geleneklerine...

Orta Çağ’ın karanlık dönemlerinde, veba gibi bulaşıcı hastalıklar yaygındı ve ölüm düşüncesi insanların sürekli aklındaydı. Bu nedenle, ölümü güzel ve huzurlu bir şekilde karşılamak, dönemin insanları için önemliydi. Ölüm onlar için fiziksel bir son olmanın ötesinde, manevi bir geçiş olarak görülüyordu. Bu dönemde “aes moriendi” adı verilen bir akım ortaya çıktı. Bu “ölüm sanatı”, kişinin ölümü planlı ve huzurlu bir şekilde gerçekleştirmesini hedefliyordu. Ölümün bir sanat olarak kabul edildiği bu akımda, ölen kişiye din adamları tarafından güzel elbiseler giydirilir, uğurlama töreni aceleye getirilmeden, uzun ve huzurlu bir şekilde yapılırdı. Aes moriendi’nin temelinde, bir Hristiyan gibi ölme fikri yatıyordu. Kişinin ölüm anında umutsuzluğa, inançsızlığa, sabırsızlığa, kibre veya para hırsına düşmeden, kaderine boyun eğmesi beklenirdi. Ölümün sakin ve ağırbaşlı bir şekilde karşılanması yaygın bir tutumdu. Bu düşünce ve uygulama, ölümle yüzleşirken bir anlam ve huzur bulma arayışını yansıtıyor.

 

Birbirinden ilginç ve korkunç Ortaçağ geleneklerinin bir kısmından bahsetmeye çalıştım.

 

Ne tuhafmış öyle değil mi? 

 

İlk bölümde söylediğim gibi, ne şanslıyız ki 21’inci yüzyılda yaşıyoruz.

 

Ya o dönemlerde yaşasaydık!